Labels

algılama (6) beden (1) bildiri (2) birliktelik (1) duyum (1) final (1) glee (2) hafta 13 (1) hafta01 (9) hafta02 (6) hafta03 (3) hafta05 (2) hafta07 (1) ipek (1) juri (1) kant (1) kitapçık (1) kitle (1) mapping (1) metin (1) metinlerhakkinda (2) müzik (2) nil (1) özet (2) poster (1) tartışma (1) video (2) yönelimler (1)

Friday 9 September 2011

Bildiri Metni: Kentte Bedenin Oluşturduğu Ev


Özet

Hegemonya, bireyleri denetim altında tutan ve yaşantıyı oluşturan mekanizmalar bütünüdür. Bu mekanizmalar, okulu diploma, işi sosyal güvence, konutu da ikametgah sahibi olma ile özdeşleştirir ve bireyi toplumsal bir özne haline getirir. Bireyi paha ve mülkiyet gibi olgulara sıkıştıran hegemonik mekanizmalar, konut algısını şekillendirir. Bedenin özgürleşme alanı olan ev konuta; maddeleşen yaşantı ile beden bireye dönüşür. bu çalışmada bahsi geçen mekanizmaları anlayabilmek için veri olarak İstanbul alındı ve yöntem olarak önce kurgusal bir kent senaryosu üzerinden, daha sonra kentteki rotaları ve mekanları inceleyen mantık ağları üzerinden ve son olarak deneyim olarak evsizlik üzerinden çalışıldı.

Her zihinsel deneme süreç boyunca bir diğerini yönlendirdi. İlk deneme hegemonyaya direk müdahale etmek ve konutu sabit hacimlere dönüştürerek kenti "ev"leştirmek oldu. Bu senaryonun yeni bir hegemonya yarattığı ve hegemonyanın hareket etmek ve kentte rotalar oluşturmak gibi tarafları olduğu görüldü. Sonraki adım bu rotaları ve mekanları araştırmak oldu. Bu ağlarda rotalarımızın ve mekansallık taşıyan kent mekanlarının farkına varıldı.

"Bedenin özgürleşmesiyle, kent ev olabilir mi? Beden "konut"undan çıkarsa özgürleşebilir mi? Beden - birey ; ev - konut arasındaki paralel ilişkililik, evsiz kalınarak deneyimlenebilir mi?" sorularının cevaplarına, evsizlik durumunu deneyimleyerek ulaşma kararı alındı. Zihinde canlanan ve idealize edilen evsiz tanımından bağımsız olmak için yeni bir kelime olan “yokev-li” üretildi. Yokev-lilik sürecinde kentte özgürleşen bedenler ile karşılaşıldı. Bazı mekanların ( otopark, havaalanı, tren garı, durak, kaldırım, otobüs ) evde yapılan eylemler için kullanıldığında farklı algılandığı görüldü. Her birimizin zaman algısı bu eylem süresince farklılaştı.

Eve gitmeme durumu eylemleştirilip gündelik hayatın içerisine katılım olduğunda kentle farklı ilişkiler kurulabilir. Zamanı çizgiselleştiren ve kentte bulunulan mekanlara karşı algıyı yöneten hegemonyanın mekanizmalarından biri olan mülkiyetin sınırları kente dağılır.

Anahtar Kelimeler

Hegemonya, Ev-Konut, Beden-Birey, Mülkiyet, Yokev-li

Kentsel konut, kent içinde konumlandığı yere göre pahası değişen ve mülkiyet olgusunun içinde sıkışıp kalan “ev” olarak tanımlanabilir. Başka deyişle; ev, otoritenin paha ve mülkiyet yolu ile konut olarak vücut bulduğu politik bir araçtır. Bu araç aile için üretilir ve böylelikle toplumsal düzenin çekirdeği kabul edilen evlilik ve aile kurumunun bir yaşantıya dönüşmesi sağlanır. Bu durum, konut tipolojisini katı bir şekilde belirler ve sınırlarken bireyi de ikamet ettiği sürece kabul edildiği kültürel bir düzenin içine sokar. Hem bu düzeni üreten hem de bu düzen tarafından üretilen hegemonyadır. Hegemonya, aynı zamanda evin kentsel konuta evrilmesini sağlar.

Hegemonya

Hegemonya toplumsal bireyin eylemleri/eylemsizlikleri üzerinden kendini tekrar tekrar kurgulayan bir sistemdir. Bireyin hegemonyaya kendini bırakması da tekrarlı biçimde kendini üreten bir durumdur. Deleuze bu kurguyu şu şekilde oluşturmaktadır: Birey hiç durmadan, her biri kendi yasalarına sahip olan bir kuşatma mekanından öbürüne geçer; önce aile; sonra okul (“artık ailende değilsin”); ardından kışla (“artık okulda değilsin”); en sonunda da fabrika; arasıra hastane; olasılıkla hapishanedir. (Deleuze). Bu mekanlar bir sistem oluşturan mekanizmalardır ve gündelik yaşantının kurgusu bu üretim mekanizmalarında oluşmaktadır.

Mekanizmalar bireylerle ilişkilerini sürekli kılmak adına araçlara ihtiyaç duyarlar. Bireyler, sadece bedenleriyle var olamadıkları bir sistemin içinde kimlik belgesi gibi belgelerle isimleştirilmekte ve sürekli denetim altında tutulmaktadırlar. Beden, bu mekanizmalar olmaksızın meşruiyet kazanamamaktadır. Bireyin bu meşru olma durumu, mülkiyet sahibi olduğu zaman geçerlik kazanmaktadır. Mülkiyetin izleri, bireyin kent içinde varolma şekillerine bakıldığında da görülmektedir. Oy vermek için veya herhangi bir bürokratik işlemi gerçekleştirebilmek için ikamet ispatı belgelerine ihtiyaç duyulması bunun örnekleridir. Mülk sahibi olmanın, bireyin fiziksel veya duyusal ihtiyaçlarının karşılandığı bir mekanda rahat edebilmesinden farklı bir anlamı vardır; mülkiyet bir kodlama biçimi olarak hegemonya tarafından bireyin tanımlanmasıdır.

Konutun ne olduğu üzerinde düşünmek için konutun ne olmadığından da yola çıkılabilir. “Konut”, “yurt” değildir; “hapishane” değildir; “hastane” değildir. Tüm bu mekanlar uzun süreli ikamet mekanları olmalarına rağmen, bizim için “konut” tanımına giremezler. Bunun sebebi bireyin alışkanlık edindiği mülkiyet mekanizması dışında kendini tanımlayamaz hale gelmesi midir? Eğer öyleyse, hegemonyanın mekanizmalarından biri olan mülkiyetin sınırlarını kırarak, bireysel varoluşu yeniden tanımlayabilir miyiz?

Bu soru doğrultusunda, İstanbulda yaşayan kentli-konutlular olarak nasıl bir model üretileceği irdelendi. Hegemonyayı değiştiren sanal bir kurgudan, çizilen günlük rotaların haritalanarak incelenmesine ve oradan da bedenin kentte oluşturduğu evin deneyimlenmesine kadar uzanan bir süreç yaşandı. Metod olarak, öncelikle kurgusal ardından sayısal ve onun ardından deneyimsel araştırmalar yapıldı. Önerilen model, bu deney ve deneyimler ile bütünleşik olarak ortaya çıktı.


Şekil01 | Algılanan Zaman ve Maddeleşen Beden

Hegemonyanın mekanizmalarıyla yaşarken (ev - iş -okul), algılanan zaman çizgisel zamana dönüşür. Zaman çok boyutlu ve uzaysal bir kavram iken, çizgisel zaman yaşantıyı “saatler” gibi sayısal ve doğrusal olarak parçalara ayırır. Bu parçalara uyum sağlayarak yaşayan bedenin algısı, zaman kavramı gibi maddeleşir.

Süreç

Bir metropol olan İstanbul ve İstanbul’un ürettiği kentsel yaşantı içindeki birey, hegemonya ve konut arasındaki ilişkiler, farklı zihinsel denemelerin olduğu bir süreçte incelendi. Mülkiyet olgusunun şekillendirdiği konut ve bir başka sabit nokta olan iş arasındaki yol; İstanbul ve İstanbul’un metropol yaşantısı için kritiktir. Zihinsel denemeler diye tanımladığımız süreç, İstanbul’u üreten bu üçlü dinamiğin deneyimlenmesiyle şekillendi. İlk olarak hegemonyaya müdahale etmek ve yeni bir yarın kurgusu oluşturmak denendi. “Yeni bir sistem kurgusu ve yeni konut politikası; bir ayağı ekonomik gerçekliğe bağlı kalarak, ev-iş-yol üçlü dinamiğindeki yolu eritebilir mi?” sorusu soruldu.

Kurgusal yeni sistemde otorite, vatandaşların mülk edinme hakkını düzenler (Şekil 03/1). Mülk edinme, sabit hacim edinme hakkıdır. Konut tek kişi için x metreküpken, çift kişi için y metreküptür. Bu sabit hacimler işyerlerine göre belirlenen bir bölgede bireye verilir. Konut için yeni yapı inşaa edilmez; mevcut yapılardaki taşıyıcı sistem dışındaki iç bölmeler soyulur ve sabit hacimler mevcut yapılara yerleştirilir. Sabit hacimlerde alt yapıya bağlanmak için inşaa edilmiş olandan faydalanan ıslak hacim yoktur. Tuvalet, banyo, çamaşırhane, mutfak gibi alanlar kamusal odalar olarak işlev kazanmıştır. Sabit hacim olarak tariflenen konut mahremiyet alanı gibi çalışırken; kentteki diğer alanlar konutun barınma dışı işlevlerini üstlenir (hijyen, yemek, vb...). Bu kurguda kent homojenleşmiştir, bu yüzden hareket sayesinde oluşan karşılaşma olasılığı yok olur.

Kenti homojen ve durağan bir sisteme dönüştürdüğü görülen bu denemeden sonra, mülkiyetin tamamen kırılması amaçlanarak, tüm evlerin x hacminde ve mobil olduğu bir kurgu oluşturuldu (Şekil 03/2). Fakat bu sistemde Norberg-Schulz'un belirttiği sürekli hareket halinde olan bireylerin egosantrikleşmesi durumu ortaya çıktı (Norberg-Schulz, 1966). Herkesin geçici hacimlerini kişiselleştirerek oluşturduğu yeni kurguda kent merkezine talep artmıştır. Bugünkü duruma göre şehir küçülmüştür. Ağırlık noktaları zamanla geçici kutularla beslenerek, kentin yapısı zamanla kendiliğinden oluşan bir hal almıştır.

Şekil02| Yeni Bir Kent Kurgusu

Şekil03 | Senaryolar

(1) Sabit x küp hacimlerin olduğu kent kurgusu.

(2) Tüm evlerin x hacminde ve mobil olduğu yeni kent kurgusu.

Bu yeni kurgu, ev - iş - yol üçlüsünde, kapitalizm gerçekliğini göz ardı etmeden yolu eritmeyi başarır ve evi de bireyin ihtiyaç duyduğu sabit birim olarak yorumlar; fakat kenti yok eder. Hegemonyanın ve kapitalizmin artı değerleri diye tanımlanarak başlayan bir başka tartışmanın eksenini bu zihinsel deneme oluşturdu. Denetim altındaki bedenler kentte hareket ederler ve yol girdisi ile “karşılaşma ve temas” alanları oluştururlar. Yolu üreten sistemin artı değeri, hareket etme halinin potansiyelleri olabilir. Bu potansiyellerin farkına varabilmek için, “yol” ve ulaşım araçları incelendi. Bunu yaparken de girdilerin bedenle ilişkisini kurmak; “beden, konut, kent”i hegemonya içinde araştırmak önemliydi.

Bu aşamada ek bir araştırma olarak ev-yol kurgusunda evin yolla ne kadar karışabileceğine dair denemeler yapıldı. Araç olarak seçilen ortam kente dair fotoğraflar ve hareketli görüntülerden oluşmaktadır. Eve ait eşyalar ve eylemler kente ne kadar ait olabilir sorusu üzerinden kolajlar yapıldı. (Şekil 04)

Şekil 04 | Kolaj: Evin kente karışması.

Araştırmalarda mekan olarak ele alınan sadece ev, okul, iş ve benzer alanlar değil;

yol, durak, istasyonlar, sokak, kaldırım ve banklar gibi toplumsal mekanlardır. Yalnızca fiziksel çevreden ayrılma niteliğine göre tanımlanmış kapalı/açık mekanlar değil, otobüsün içi ve kaldırım da mekansallık taşırlar. Bu mekanlar, kendisinden önceki/sonraki mekana olan etkisi ve kullanıcının hız değişkeni gibi farklı ve karmaşık girdiler taşıdıkları için önemlidirler. Programları ve işleyişleri bakımından tanımlı kapalı ve açık mekanlar toplumsal mekanlarla karşılıklı ilişki içindedirler. Kentte oluşan, kaldırımda oturmak ya da durakta kitap okumak gibi önceden tarif edilmemiş işleyişler bu ilişkilerin etkisiyle oluşur.

Kent ile kurulan ilişkilerin karmaşıklığı ve öznelliği, araştırmanın bu aşamasında yönteme deneysel bir yön verdi. “Ağ oluşturma”, kentin sahip olduğu karmaşık ağın anlaşılması ve anlatılması için bilgiyi mekansallaştıracak bir araç olarak kullanıldı. Ağ oluşturma belirli bir bakış açısı oluşturarak, indirgeme yöntemiyle bilgiyi mekansallaştırır. Ağ oluşturmanın iki yolu olan, topo+grafik ve topo+lojik ortaya çıkardığı bilgi içeriğine bağlı olarak farklılaşır. Topo+grafik somut ve yere ait bilgi verir iken, topo+lojik o yer ile öznenin kurduğu ilişkilerin biçimlendirdiği daha dinamik ve soyut bir bilgi verir. Kent ile kurulan karmaşık ilişkilerin anlaşılması için, bilgi verici içeriği daha yüksek olacağı düşünülerek topo+lojik yöntemle mantık ağı oluşturmaya karar verildi.

Topolojik haritalama ile oluşturulan ilk ağ, bireysel bir deneyimin haritaya dönüştürülmesiydi. Noktalar bulunulan mekanları, çizgiler ise rotaları belirtir. Sayısal veriler kullanılarak, mekanların birbirleriyle kurdukları ilişkilere göre yakınlıkları, uzaklıkları ve potansiyelleri hakkında bilgi edinilebilir. Rotaların bir haftalık ilişkisinin göz önüne serildiği bu çalışmada, vapur iskelelerinin “köprü mekan”lar; Taşkışla’nın, ev’in ve bir kafenin “istasyon mekanlar” oldukları görüldü. Köprü mekanlar; iki yoğunluklu rota bölgesini bağlar ve bu bölgelerin birbiriyle akrabalıklarını sağlar. Bu araştırmada dikkat çeken; “istasyon mekan” diye tariflenen alanlardır. Karşılaşma oranının en çok olduğu ve kendisinden kentin diğer rotalarına en çok eklemlenen mekanlar istasyon mekanlardır. Bu bağlamda potansiyeli en yüksek eklemlenme noktasının “ev’” olmadığı fark edildi.



Şekil 05 | Ağ 01: Karşılaşma Olasılığı Ağı

Bu ağ, bir kişinin bir haftalık rotalarını, bunların yoğunluğunu ve kesişimlerini gösterir. Noktalar bulunulan mekanlar, çizgiler ise rotalardır. Yoğunluk karşılaşma olasılığının çokluğuna işaret eder. Karşılaşma olasılığı; mekanlar arasında ilişki kurmak ve hareket etmek sayesinde başka insanlarla ve bilgiyle etkileşime geçme potansiyelidir.

Diğer iki mantık ağı, “gündelik yaşantımızı belirleyen, sürekli tekrar eden, sabit düzen olarak tanımladığımız hegemonya” ve “bireyin özgürleşmesi olan beden” aralığında, toplumsal mekanların ve konutun ilişkisini analiz etmek için oluşturuldu. İlk mantık ağında, hegemonya-beden arasında hiyerarşik bir ilişki kurularak; bu iki kavramın gündelik tekrarlarla dokunduğumuz ve deneyimlediğimiz mekanlarla olan yakınlık- uzaklık ilişkileri incelendi. Kişiselleştirdiğimiz yüzeyleri ile birlikte düşünülen mekanların - konut, iş, okul,taşıt, durak - birbirleriyle olan ilişkileri, onları kişiselleştirirken kullandığımız araçlar üzerinden irdelendi. Ulaşım için kullanılan "taşıt", diğer mekanlarla bağlantı kurdukları için ve kent içinde hareket etmenin gerçekleştiği yer oldukları için mekansal niteliğiyle değerlendirildi. Oluşturulan bu mantık ağında, hegemonyanın sonucu olarak ortaya çıkan kişiselleştirme araçları, diğer tüm mekanlara uzanarak mekansal bir medya ağı oluşturur. Hegemonyaya en yakın iki mekan olan iş ve okulda, pano gibi mevcut düzen tarafından denetim altında tutulan yüzeyler, beden değil hegemonyanın kişiselleştirme yüzeyleridir. Bu ilişkiler çerçevesinde, yakınlık-uzaklık analizinde, bedene en yakın mekan konut; diğer yakın mekanlar sırasıyla durak ve taşıttır. Hegemonyaya en yakın mekan ise iş ve sonrasında da okuldur.


Şekil 06 | Ağ 02: Beden ve Hegemonya Arasında Oluşan Toplumsal Mekan ve Ev

Bu ağ gündelik deneyimlediğimiz mekanların, onları oluşturan yüzeylerin beden veya hegemonyanın uzantısı olarak oluşma niteliğine göre bedene ve hegemonyaya yakınlık-uzaklık ilişkilerini gösterir.

İlk haritalama sonucunda elde edilen bilgilerden beslenerek beden-mekan farkındalığı ile ikinci haritalama oluşturuldu. Bedene en yakın iki toplumsal mekan olan durak ve taşıt, bedenin yaşantısını sürdürmesi için yaptığı eylemlerin gerçekleşmesine yer sağlama olanakları açısından incelendi.

Hareketli ve dinamik olan taşıt, yolun ve durağın mekansallaştığı ve diğer durağan mekanlar arasında köprü oluşturan yerlerdir. Bu yüzden taşıt ve durağın içinde barındırdığı mobilite özelliği bedenin gerçekleştirdiği eylemler üzerinden düşünüldü. Taşıtlar belirlendi: Tren, otobüs gibi. Kaldırım da yürümenin mekanı olarak bir taşıt olarak tanımlandı. Öncelikle bedenin yaşantısını sürdürmesi için yaptığı temel eylemler belirlendi: Yemek yemek, oturmak, uyumak, tuvalet. Sonrasında daha bireysel seçimlere dayanan eylemlere örnek olarak iki eylem seçildi: Okumak, müzik dinlemek. Duraklar ve taşıtlar arasında bu eylemlerin gerçekleşmesine olanak sağlama durumları düşünülerek bağlantı kuruldu. Bu durumda, en çok bağlantısı olan mekan, bedenin eylemlerinin gerçekleşmesine en çok olanak sağlayan mekandır.


Şekil 07 | Ağ 03: Beden eylemlerinin, taşıt ve durak mekanları arasında kurduğu ilişkisel ağ

Bedenin yaşantısını sürdürmesi için yaptığı eylemlerin ve gündelik diğer eylemlerin, taşıt ve durak mekanlarında gerçekleşme potansiyelleri haritalandığında mekanlar arasında bağlantılar kuruldu. Kalınlaşan bağlantılar, mekanların eylemlere olanak sağlama potansiyellerinin yüksekliğini gösterir.

Beden

Süreç sonucunda, hegemonya ile kent ilişkisindeki “konut” ile “beden” dikkat çekicidir. Bedenin nasıl kavrandığı, bağlam içindeki beden kavramını açıklamak için önemlidir. Beden doğa / kültür dualizminin doğurduğu, varlığı kabul edilen ama yalnızca özne olarak var sayılan bir şey değil; algının merkezidir. Ponty bu kartezyen zihin bakış açısına karşılık ‘yaşayan beden’ kavramını ortaya atar. Yaşamak algı ile ilintilidir ve yaşayan beden algının merkezini oluşturur. Çünkü beden olmaksızın hiçbir şey algılanamaz ve duyular işlev göremez. (Merleau Ponty, 1994) Beden, toplumsal gerçekliklerden bağımsız değildir. Onlara katılır, onları oluşturur ve onlardan etkilenir. Bir yandan da kendi gerçekliğine sahip bir algı merkezidir. Aylin Nazlı’ya göre, bunu vurgulayan kuramcılardan Turner belirtmiştir ki; gündelik yaşam, bedenin üretimi ve yeniden üretiminden oluştuğundan, gündelik yaşamın çözümlenmesi için bedenin çözümlenmesi gerekmektedir. Bedeni doğa ve kültürün kesişme noktası olarak alıp, bu yolla bedenin hem fiziki hem de sosyal niteliğini vurgulayan Turner’a göre beden, yapı ve düzenlemelerin de iç çerçevesini oluşturur. Bu temelde Turner’ın bedeni iç beden ve dış beden olarak ayırdığı ve bu ayrım için de, ‘kendi için beden’ yani canlı, hareketli, deneyime dayalı beden ile ‘kendi başına beden’ yani nesnel, dış görünüşe ait ve kurumsallaştırılmış beden kavramlarından yararlandığı görülür. Dış beden, kamusal alanda temsiliyet temelinde, politik ekonomik, kültürel ve sosyal süreçler bağlamında değerlendirilirken; iç beden sosyal ve bireysel alışkanlıkların etkisi altındadır (Nazlı, 2009). Sosyal ve yaşayan beden kavramından toplumsal mekan irdelendiğinde, bedenin toplumsal mekan içindeki bir nokta olduğu yani hem toplumsal mekanı oluşturduğu hem de onun tarafından oluşturulduğu söylenebilir. Vidler’in de belirttiği üzere mekan, politik ve sosyal koşulların içselleştirilerek tekrar üretildiği bedenler tarafından doldurulmaktadır ve bedenlerin mekanı doldurma biçimleri sosyal ve bireysel kontrolün araçlarıdır (Vidler, 1992).

Özgürleşen Beden

Bu bakışla, sosyal bedeni inşaa eden hegemonya eş zamanlı olarak, konut ve gündelik kentsel yaşantıyı da inşaa eder. Beden toplumsal “sınır”ın bu şekilde oluşturduğu normlarla yaşarken, kentsel mekanların yeniden üretimi olan “konut” “kentsel ev”e nasıl dönüşür?

Sosyal mekanı var eden beden, hareket ettiği oranda özgürleşir. Ve özgürleşme alanlarında kendi “ev”ini oluşturarak gündelik hayatı yeniden tanımlayabilir. Özgürleşemeyen beden Ponty’nin manipulanduma dönüşmüş beden tanımında olduğu gibi, kumanda edilen bedendir (Merleau Ponty, 2006). Gündelik hayat, bu şekilde idealize edilen beden kurgusuyla zamansallığını ve mekansallığını yitirir. Gündelik hayatta, hayatın görünür kılınması durumunda zamanın çizgisel olmadığı ve bedenin özgürleştiği bir kent üretimi gerçekleşebilir.Ve artık özgürleşemeyen bedenin “konut”u özgürleşen bedenin “ev”ine dönüşür.

Bu durumda konut ve yol gibi her gün deneyimlediğimiz mekanların tanımları; köprü mekan, istasyon mekan gibi yeni tanımlara dönüşerek yeni algılama biçimleri oluşturulabilir. Bu mekanlar hegemonyanın artı değerleri diye tariflediğimiz kentte bedenin hareketine olanak veren; ancak potansiyelleri farkedilmeyen mekanlardır. Bu potansiyeller, günlük eylemlerin alışılmışlığının bozulması ile yeni tanımlara dönüşebilirler. Böylelikle Lefebvre’nin belirttiği gibi gündelik olan, görünür kılınabilir. (Lefebvre, 1998)

Deneyim

Bedenin özgürleşmesiyle, kent ev olabilir mi?

Beden "konut"undan çıkarsa özgürleşebilir mi?

Beden - birey ; ev - konut arasındaki paralel ilişkililik, evsiz kalınarak deneyimlenebilir mi?

Sorularının cevaplarına, evsizlik durumunu deneyimleyerek ulaşma kararı alındı. Zihinde canlanan ve idealize edilen evsiz tanımından bağımsız olmak için yeni bir kelime olan “yokev-li” üretildi. Gözlemlenen evsiz insanların birçoğunun kendisini sistemden tamamen soyutladığı ve hareket etmediği farkedildi. Bilinen çok az sayıda evsizin ise entellektüel bir bohem hayatı yaşadığı bilgisine ulaşıldı. Bu yüzden bilinen evsiz tanımından uzak durmak için gerçekleştirilecek deneyimlemede bir takım ön kararlar alınmadı. (Kapalı mekan kullanımı, güvenlik, kalınılacak İstanbul bölgesi gibi.) Yokev-li olmanın deneyim öncesi ilk tanımı, gündelik hayatın akışındaki bir eylem olarak eve gitmemeyi gerçekleştirmek oldu.

Yokev-lilik sürecinde kentte özgürleşen bedenler ile karşılaşıldı. Bu kişilerle birlikte üretilen bilgi ve paylaşım, her zamankinden farklı nitelikteydi. Çünkü sokağı ev gibi hayatın akışında kullanmak ve bir takım eylemleri birlikte gerçekleştirmek, evini paylaşmak gibi bir yakınlık oluşturdu. Beden gerçekleri olan dışkılama, üşüme gibi durumlar da herhangi bir yere rahatlıkla girmek ve hayatına devam etmeyi gerektirdi. Kentle kurulan güvensizlik hissi bu noktada büyük bir ölçüde azaldı.

Bazı mekanlar alışıldık kullanımları dışında kullanıldı. Otoparkı oturmak için kullanmak, sokakta dinlenmek, havaalanında tren garında ve otobüste uyumak gibi. Güvenlik ve temizlik elemanları, yolcu ve kullanıcılar dışında biri olmak ve bir ihtiyacını mekandan karşılıyor olmak çok iyi bilinen Beyoğlu bölgesinde bile birer yabancı olarak hissedilmesini sağladı.

Yokev-lilik

Zamanı katılaştıran ve çizgiselleştiren bir sabitlik olan eve gitmek, idealize ettiğimiz evsizlikle nasıl bağ oluşturur?

Eve gitmeme durumu eylemleştirilip, gündelik hayatın içerisine katılırsa kentle farklı ilişkiler kurulmasına olanak sağlanabilir mi?

Deneyim üzerine oluşturulan bu sorular yokev-li tanımı için ipucudur. Herbirimizin ortak noktası olan eve gitmemek eylemi ile herbirimizin farklı yokev-li tanımları oldu. Bunların en önemli ortak yanı zaman kullanımıdır. Yokev-lilik, zaman algısını değiştirir ve zamanın uzaysal olarak algılanmasına olanak verir. Bu durum mekanlarla ve kişilerle ilişkilerimizi yeniden üretir. Eve gitmek değil eve gitmemek eylemi gerçekleştirilebilir ve bedenin özgürleşerek konutun sınırlarını kente dağıtması, kenti evi haline getirmesi sağlanabilir.

Sonuç

Deneyimler ışığında, ilk başta düşünülen “bedenin özgürleşme alanı olarak ev” tanımı tekrar gözden geçirildi ve bu tanımın aslında bedensel hareketlerin zamanın fizikselliğini yok etmesinden kaynaklandığı görüldü. Führ’e göre, zaman öznel bir kavramdır ve mekansallık bu öznelliğin yapı ile etkileşiminden doğan anlamdır (Führ, 2008). Evin mekansallığını yaratan, yeme, içme, uyuma, dışkılama gibi eylemler değildir; çünkü bu eylemler başka mekanlarda da gerçekleştirilebilmektedir. Evin mekansallığı zaman algısını fiziksel zamandan öznel ve imgesel zamana dönüştüren bedensel hareketin tümünü kapsar. Bunun üzerine gündelik hayatın alışıldık ritmi ve içinde bulunulan mekanlar İstanbul içerisinde araştırıldı.

Gündelik hayattaki eylemler alışıldık ritmi oluşturur. Alışıldık ritme, çizgisel zaman içerisindeki eylemler bütünü denilebilir. Alışıldık ritmin kırılması algıyı ve toplumsal uzamı yeniden üretebilir. Yeni bir eylem biçimi olan yokev-lilik, gündelik hayatta bir eve gitmeme eylemine dönüşebilirse, evin mekansallığı kente yayılır ve bir özgürleşme alanı olarak ev kente dağılır.

Kaynaklar

- Adorno, T.W. (2003) “Kültür Endüstrisini Yeniden Düşünürken”, Cogito Adorno Özel Sayısı, 2003/36., s.76-84.

- Akay, A. (1996) “Felsefe Nedir? Üzerine”, Toplum Bilim, sayı 5, s.15-18.

- Bergson, H. (2007) “Tasarımın İmgeleri Ayıklamasına Dair: Bedenin İşlevi”, Madde ve Bellek: Beden-Tin İlişkisi Üzerine Deneme (1997), Dost Kitabevi, Ankara

- De Carteau, M, (2009) “Kent İçinde Yürümek” Gündelik Hayatın Keşfi - 1: Eylem, Uygulama, Üretim Sanatları, Dosy Kitabevi, İstanbul, s.185-209.

- Deleuze, Gilles. “Denetim Toplumları”, http://www.korotonomedya.net/theoria/dentop.htm

- Deleuze, G. “ Gilbert Simondon, Birey ve Onun Psikobiyolojik Oluşumu”; Issız Ada ve Diğer Metinler, (2009), Lapoujade D. (ed.), s.137-142.

- Demez, G. (2009) “Sınıfsal ve Bireysel Kimlik Oluşumunda Beden Sorunu: Habitus”, Toplum Bilim, sayı 24, s.17-25.

- Heiddeger, M. (1999), “Building, Dwelling, Thinking” Re-thinking Architecture N. Leach (ed.), London: Routledge, s.98-124

- Kvinter, S. “ Ortaya Çıkış ve Mekanın Yapay Hayatı”, Any Seçmeler

- Lefebvre, H. “Levels of Reality and Analysis” & “Rhythmanalysis of Mediterranean Cities”, Writings on Cities, (2006), Kofman E., Labas E., s.111-117, 228-240.

- Lefebvre, H. “The Production of Space” Architecture Theory Since 1968 (1998), Hays K.M., (ed.) The MIT Press, Cambridge, s.179-188.

- Führ, E. (2008) “Mimarlığın Mevcudiyeti”, Zaman-Mekan, Şentürer A., Sönmez F., Ural Ş.(ed.),YEM Kitabevi, İstanbul, s.40-57.

- Magee, B. (1990), Karl Popper’in Bilim Felsefesi ve Siyaset Kuramı,Remzi Kitabei, İstanbul, s.17-51.

- Merleau Ponty, M. (1994) Algının Fenemenolojisi: Önsöz, Afa, İstanbul

- Merleau-Ponty, M. (1995) “The Theory of the Body is already a Theory of Perception” & “Sense Experience”, Phenomenology of Perception, Routledge, London, s.235-282.

- Merleau-Ponty, M. (2006), Göz ve Tin, Metis, İstanbul.

- Murray, S. (2000) “Mapping” 38 Sought 2, The Graduate Journal of Architecture & Urban Design from RMIT, Vol:2, s.19-27.

- Nazlı, A. (2009) “Sosyolojik Bakışın Eşiğindeki Beden”, Toplum Bilim, sayı 24, s. 61-68.

- Norberg-Schulz, C., "Perception", Intentions in Architecture (1966) Cambridge, Mass: MIT Press, s.27-51.

- Norberg-Schulz, C., "The Concept of Place", Architecture: Meaning and Place (1966) Cambridge, Mass: MIT Press, s.27-38.

- Simmel, G. (1996) “Metropol ve Zihinsel Yaşam” Cogito. Sayı: 8 Kent ve Kültürü, (çev: Bahar Öcal Düzgören), s.81-89.

- Vidler, A. (1992) “From The Architectural Uncanny: Essays in the Modern Unhomely”, New York, K. Michael Hays, s.744-758.

- Virillio, P. (1998) “Overexposed Citis” Architecture ‘Theory’ since 1968, M. K. Hays, ed. MIT Press, Cambridge, Massachusetts, sf.540-551 / “Aşırı Işıklı bir Kent” Sanat Dünyamız Sayı: 78 Kent: Hazır-yapıt, s.191-196 .

No comments:

Post a Comment